Anneannem Selanikli Mükerrem Hanım ve Misafir Günleri

Anneannem Mükkerem Hanım Selanikli aslında. Dört çiftlikleri var Selanik’te, içinden Vardar Nehri akıyor. Dedesi Vaniköy’den bir yalı alıyor ve İstanbul’a yerleşiyorlar, 1864 yılında Beyoğlu, Nevizâde Sokaktan aldıkları evin her katında da aile kışı geçiriyorlar. Bir de Vaniköy’de devasa bir yalıları var. Daha sora burayı satıp Beylerbeyi’ne geçecek sülale. Anneannemin annesi Sakine Hanım “insan yüzü görmek için” bir yol yalısı yaptıracak buraya. Korulukta da üç köşkleri olacak. Ancak savaş sonrası vergileri ödeyemediklerinden köşkleri yok pahasına satacaklar. Yalı yapıldıktan sonra Mükerrem Hanımın ablası diyecek ki, on beş günde ancak bir at arabası geçmişti yoldan. (Şu anda Merdum oteli olarak hizmet veriyor bina) Evet gelelim Mükerrem Hanımın öyküsüne. Mükerrem hanım elini sıcak sudan soğuk suya sokmamış, bolluk zamanında dadılarla büyümüş, biraz Almanca bilirdi, Eski yazıdan sonra yeni yazıyı da öğrenecekti. Rahmetli büyükbabam Muzaffer Beye istiyorlar. Muzaffer Beyin hukuk ve iktisat mezunu babası Şükrü Bey bir zamanlar Abdülhamit’in mabeyin katipliğini yapmış, Osmanlı’nın son dönemlerinde mebus, 1923’te yine mebus olacak, köklü bir aileden geliyor, ama Kastamonulu ve Kastamonu Anadolu’da, Avrupa’da değil. Gerçi büyükbabam Robert Kolej’de okumuş, Edebiyat Fakültesi üçüncü sınıfından tercüman olarak orduya alınmış ama yine de Kastamonu nire, Selanik nire. Anneannem Kastamonu’da çiftlik var diye duyunca, tutturuyor ben evleneceğim diye, daha 16 yaşında. Sanıyor ki Kastamonu’daki çiftlik Selanik’teki çiftlikle eşdeğer. Anneannemin albay olan eniştesi Beyazıt’taki evlerine gidiyor, bakıyor ne giren belli, ne çıkan, yol geçen hanı gibi konak, hiç Beylerbeyi’ndeki yalıya benzemiyor. (Benim çocukluğumda ve genç kızlığımızda da Ankara’daki ve İstanbul’daki evlerimiz hep öyle olacak, her derdi olan gelecek, odalara döşekler serilecek ve dertlerine çare bulunmaya çalışılacak ) “Mükerrem hanım çok iyi ve rabıtalı insanlar ama siz orada yapamazsınız, o tür yaşama alışık değilsiniz”diyor Vedat enişte, ama anneannem çiftliği duydu ya, sanıyor Selanik’te içinden Vardar nehri geçen çiftlikler gibi çiftliklere gidecek, diretiyor da diretiyor. Neyse uzun lafın kısası evleniyorlar, ilkin durumları gayet iyi, ama büyükbabamın babası erkencecik veremden ölünce bunlar ortada kalıyorlar, Kastamonu’da mülk var ama para yok pul yok. Büyükbabam savaş sırasında Harbiye Nezareti’nde tercüman subay, Milli Müdafaa’da da yararlıklar göstermiş ama belli bir işi yok. Artık ufukta İstanbul’dan ayrılıp Kastamonu’da yaşamak gözüküyor. Anneannem pılını pırtısını bir sandığa yerleştiriyor ve iki günde gemiyle İstanbul’dan İnebolu’ya geliyor. Liman dalgalı… Mağnalar yaklaşıyor gemiye, kadınlar bohça gibi mağnaların içine atılıyor gemiden, bu şekilde İnebolu’ya ayak basıyorlar. Oradan dağ tepe ve ormanlar içinden geçerek bir günde Ecevit Hana ulaşıyorlar yaylıyla, orada kalıyorlar bir gece. Tek han var, herkes bir odada kalıyor, her yer bit kaynıyor. Anneannem ağır ağır Kastamonu’daki çiftliğin Selanik’teki çiftliğe pek de benzemesine olanak olmadığını anlıyor. Bir gün sonra yine yola çıkıyorlar, Kastamonu’ya ulaşıyorlar. İyi güzel, Muzaffer Bey Kastamonu’nun ileri gelen bir ailesinden, eşrafından, sahiden çiftlikler var, mal, mülk var ama para yok. Yiyecek geliyor, giyecek yok. Annem anlatırdı, düğüne giderken eski perdelerden kıyafet dikip fasulyeden düğme yaparlarmış. İstanbul’da Beylerbeyi ve o dönemin en nezih semtlerinden olan Beyoğlu’na alışık anneannem çok zorlanıyor bu geceleri ışıkları sönen, pompalaya pompalaya lüksün yakıldığı Anadolu kentinde. (Anneannem yıllar sonra bana Almanya’ya bir mektup yazmış, yeni alfabeyi sonradan öğrendiği için olur olmaz her yere nokta koyardı, Varlık dergisini almış, Almanya’ya yollamış, onu bana bildiriyor. Bir de kartpostal var, ekte resmini koyuyorum.) Tek tesellisi misafir günlerinde gezmek. Kastamonu kazan, anneannem kepçe, bütün evlerde onun şen kahkahası duyuluyor. Hoş sohbet, sapsarı saçları, masmavi gözleri ve bembeyaz teni var. Her misafir gününde anneannem başköşede. Vali hanımları, belediye başkanı hanımları, bütün ileri gelenlerin eşleri ve Kastamonu eşrafı paylaşamıyor onlara farklı dünyalara kapılar açan anneannemi. Lutr kürkünü giyiyor, şapkasını takıyor, ayakkaplarının üstüne de şasonlarını geçiriyor, o kapı benim, bu kapı senin her misafir günün dolaşıyor. Ancak böyle nefes alabiliyor Anadolu’nun iki yamaç arasına sıkışmış bu şirin kentinde. İstanbul’a ise gelemiyor, maddi durumları müsait değil. 52 yaşında vefat edecek annesinin ölümüne dahi yetişemiyor, ancak daha sonra Küplüce’den annesinin koynuna girerek ona kavuşabilecek. Şimdi size bir akrabamızın anlattıklarını aktaracağım: “Ödümüz kopardı Mükerrem teyzenin misafir günü geldiğinde, en az yetmiş, seksen kişi gelirdi… hadi hizmet et, hizmet et… nereye kadar, hiç bir şeyi yetiştiremezdik. Koca konağın üç odası, sofa tıka basa misafir dolardı, mutfak da dahil. Perişan olurduk hizmet etmekten, bir kaç gün öncesinden hazırlıklar başlardı. Mükerrem teyze ne mi yapardı, kaygısızca tatlı tatlı dolaşırdı bir odadan öteki odaya, hoşsohbet duyulurdu o güzel sesi, hiç kimse paylaşamazdı onu…”BLOGDA ANNEANNEME GÖNDERME YAPAN BİR ÖYKÜ DAHA VAR…. “CENNETLİK”, arzu ederseniz okuyun sıkılmazsınız…