BİR HASTALIĞIN PAYLAŞIMLI NOSTALJİK ÖYKÜSÜ II

Graz’dayım, hastalığımdan ötürü aynı zamanda depresyona girmişim. Tramvaya biniyorum, tramvay Urnenfriedhof’tan geçiyor (ölülerin naaşı yakılıyor Batı’da sonra bir kaba konup mezara gömülüyor- o mezarlığa Urnen/friedhof diyorlar). Eyvah diyorum, öleceğim buralarda beni yakıp kaba koyup gömecekler.

Graz Üniversite Kliniği Hematoloji Bölümüne gidiyorum. Doktor “Neyiniz var?” diyor, oysa öyle yavaş hareket ediyorum ki yüzüm gözüm şiş, bacaklarım taş gibi, zor yerinden kımıldıyor.  Doktor hanım bana bakıyor bakıyor, “Neyiniz var?” diyor. Sonra da dünyanın en doğal şeyini söyler gibi: “Siz büyük bir ihtimalle Aids’e yakalanmışsınız” diyor. İnanır mısınız, ben seviniyorum, teşhis konsun da, ne olursa olsun. Ama nereden Aids olacağım onu da bilmiyorum ne kan aldım ne de başka bir şey yaptım. Neyse teşhis teşhistir diyorum. Kanımın sonuçları bir gün sonra çıkacak, yine sürüne sürüne, neredeyse dört ayağımın üstünde, yaz gününde herkes yarı çıplak gezerken mantom üstümde kaldığım eve gidiyorum.

Ertesi gün hastaneden telefon gelmiş, “Bayan Eruz derhal acile gelsin.” diye. Ev sahibi bana söylemiyor. Ev sahibi benden on yaş büyük, cıva gibi, beni doğa gezisine götürüyor, ben yürüyemiyorum ki bir de istifra ediyorum. Kadın herhalde benden nefret etmiştir, bu mızmız da nereden çıktı diye. Oysa hiç de mızmız değilimdir. Beni bulamayınca o doktor arkadaşı da aramışlar, o bana haber veriyor. Biricik, dünya güzeli öğrencim Agnes ile bir çanta yapıp acile gidiyorum, dokunsanız ağlayacağım. Biliyorum, kesin öleceğim diye düşünüyorum. Ama hiç olmazsa hastanede öleceğim. Acaba Türkiye’ye naaşımı gönderirler mi diye geçiyor aklımdan. Agnes elimi tutuyor. Aslında ölmeye razıyım, ağrılarım, şikayetlerim dinsin yeter ki. Hastanede kandaki gaza bakıyorlar. Ben, diyorum, iki gün sonra Türkiye’ye döneceğim, ne olur beni yatırmayın. Tamam, diyorlar, beni tahliye ediyorlar. Meğer tiroid bezim ölmüş, hiç işlemiyor, normalde biliyorsunuz TSH’ın en fazla 4 olması gerekiyor, benimki olmuş 198. Antikorlar ise 5000’e ulaşmış, artık beden kendi kendini imha etmeye başlamış.  Aslında TSH 90’den fazla olursa komaya giriyorsunuz ve komadan çıkamıyorsunuz. Beni herhalde hiçbir yere gidemediğim için evin önünden toplayıp çorba yaptığım ısırganlar kurtardı. Ama acayip kötüyüm, öyle böyle değil. Devamını da Türkiye’ye bu koşullarda nasıl geldiğimi isterseniz biraz sonra anlatayım…