24 Kasım Öğretmenler Günü Armağanı
Prof. Dr. Sakine Esen Eruz
Öğretmenliğim yarım asra uzandı. Yarım asır uzun gibi gelebilir, oysa hayat sürdükçe ve insanın sağlığı yerinde oldukça göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir süredir bu zaman dilimi.
Kastamonu’da devlet hastanesinde Kulak Burun Boğaz Kliniğini kuran babam Opr. Dr. Şükrü Esen derdi ki, “Kızım, gençliğinin kıymetini bil”. “Ah, babacığım ben hiç bilmedim ki genç olduğumu; ama bu da bir avantajdı, ben yaşlı olduğumu da bilemiyorum ki. Yaşadıkça sadece gerekenleri yapmaya özen gösteriyorum.” Artık olgunluk çağına ulaşan eski bir öğrencimin bugün yazdığı bu satırlara layık olmaktı herhalde en büyük ülküm : “Kaç hayata dokundunuz, farkında olmayarak ya da olarak. Faydalı insan olmak lazım şu hayatta, sizde fazlası olan… Saygıyla eğiliyorum Sevgili Hocam.”
Evet bu sabah Whatsapp’tan bir mesaj aldım. Bir kitap göndermiş eski asistanlarım. Benim yıllarca öğrettiğim bir konunun kitabını yazmışlar. Çeviri Amaçlı Metin Çözümlemesi – Uygulamalı Bir Rehber.
Biraz daha ayrıntılı bakınca kitabın başında bana teşekkür ettiklerini okudum ve sonsuz duygulandım. Demişler ki :
PROF. DR. SAKİNE ERUZ’A TEŞEKKÜR
Bir yaprağa bakarak ağacı, mevsimi, coğrafyayı o coğrafyanın insanını, alışkanlıklarını ve kültürünü anlatabilir misiniz? Çeviribilim alanının değerli hocası Sakine Eruz, çeviri amaçlı metin çözümlemesi dersine yolda bulduğu bir yaprağı getirir, öğrencilere “bu yaprak sizce hangi ağacın?, hangi coğrafyada ve mevsimde yetişmiş olabilir?, peki etrafınızda hiç bu ağacı gördünüz mü ?” diye sorar. Her öğrenci kendince cevap verir, Sakine Hoca da bu ‘göreliğin’ alışkanlıklar, ilgi alanları ve kültür katmanlarındaki farklılıklardan kaynaklandığını hayatın akışı içinde anlatır. Öğrencilere etraflarına farkındalıkla bakmanın ne kadar önemli olduğunu göstermek ister.
Nesnelerin de kendi öyküsünü anlatan birer metin olduğunu hep canlı tuttuğu coşkusuyla anlatan hocamız, buradan yumuşak bir geçişle çevirinin bir öykü anlatma eylemi olduğunu fark ettirir. Keza çevirmenlerin de birer öykü anlatıcısı olarak etraflarına farkındalıkla bakmalarının önemini vurgular. Ne mutlu ki yüzlerce öğrenci Sakine Hocamızdan aldığı derslerle bu şansa erişti. Bir o kadar kişi de kendisinin gerek kitapları gerekse diğer paylaşımlarıyla bu anlamlı iletişimi sürdürüyor.
Yakaladığımız bu şans bizim için bir çıkış noktası oldu ve öğrencilerimizi çevirinin bu zengin dünyasında nasıl yönlendirebileceğimiz düşünmeye teşvik etti hep. Değerli hocamıza, tüm fedakarlığıyla elimizi tuttuğu ve yolumuzu aydınlattığı için çok teşekkür ederiz.
Aslı Selcen Aslan – Tutku Öncü Yılmaz”
Şimdi izninizle biraz gerilere gidelim. Yıl 2014. Kastamonu Aytaç Eruz Anadolu Lisesi’nin banisi eşim y. Müh. Aytaç Eruz’un sağlığı çok iyi değil, babam da rahatsız. Üniversite ise çok yoğun, hem bölüm başkanıyım, hem yönetim kurulundayım. Hiçbir şeyi yetişemiyormuşum gibi bir his var içimde. Kadromuz ise yetersiz. Gece gündüz çalışıyorum, ama istediklerimi yine de yapamıyorum. Emekli olmaya tam karar verdiğim bir gün doktora öğrencim Aslı Selcen telefon ediyor. “Hocam, izniniz olursa dekanımız Behzat Hocayla sizi ziyaret etmek istiyoruz” diyor. Prof. Dr. Behzat Gürkan İzmir Yaşar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi dekanı. Pek bir anlam veremiyorum, ama “Tabi buyurun, memnun oluruz” diyorum. Bir süre sonra evin önünde bir araba park ediyor, Behzat hocayla Aslı arabadan iniyorlar. Eşimin de belinde sorunlar var, balkonda istirahat ediyor. Hava sıcak, balkona buyur ediyoruz konukları. İzmir’den incir getirmişler. Laf lafı açıyor ve Behzat Hoca : “Hocam sizi İzmir’e davet etmeye geldik”, diyor. Ben anlamıyorum. Yaşar Üniversitesi’nde bölümün güçlenmesini istiyorlarmış ve ben akıllarına gelmişim. Aslı, Selçuk, Duygu ve daha sonra Tutku aslında İzmir’de görevliler, ancak orada doktora programı olmadığı için İstanbul Üniversitesi’ne gelip gidiyorlar. Aslı da benim doktora öğrencim. “Aslı’cığım”, diyorum, “ben emekli olacağım, bak eşimin durumu çok iyi değil, onu nasıl yalnız bırakırım. “ Tam o sırada eşim araya giriyor ve ne dese beğenirsiniz. “Sakine, bu büyük bir onur, bak seni istemeye ta İzmir’den gelmişler, git çalış orada, ben bir şekilde başımın çaresine bakarım. Ayrıca İzmir çok güzeldir.” Aytaç’ın babası İzmir’e ilk giren subaylardan. Çocukluğu İzmir’de geçmiş. Bana bu durumda fazla bir söz hakkı düşmüyor, ayrıca İzmir’deki bütün asistanları çok iyi tanıyorum, hepsi de son derece çalışkanlar ve güçlü bir kadroları var, beni yormayacaklarını biliyorum.
Ve böylece emekli olduktan bir ay sonra benim İzmir yolculuklarım başlıyor. Her hafta uçakla İzmir’e gidiyorum; ama sanmayın öyle kolay oluyor, eşimi rahat edeceği bir yere bıraktıktan sonra, arabamla Sabiha Gökçen’e gidiyorum, havaalanında arabayı park ediyorum, sonra da uçakla İzmir’e yöneliyorum. Behzat Hoca eksik olmasın İzmir’de üniversitenin şoförünü yolluyor, birlikte üniversiteye Bornova’ya gidiyoruz. Ben derslerimi veriyorum, bir gece yurtta konaklıyorum ve sonra yine ertesi gece – ki bu gece yarısını da buluyor İstanbul’a dönüyorum. Uçak genelde rötar yapıyor, zor oluyor dönmek, gece yarısı da arabamla eşimi kaldığı yerden alıp evin yolunu tutuyorum.
Bu maceralı yolculuk tamı tanıma üç yıl devam edecek. 2016 yılında biricik eşimi yitireceğiz. Cenazeye bütün İzmir ve bütün Kastamonu gelecek. Beni hiç yalnız bırakmayacaklar. 2017’nin bahar dönemine kadar ben Yaşar Üniversitesi’nde Mütercim Tercümanlık Bölümü başkanı olarak görev yapacağım.
Evet sizinle kısaca İzmir serüvenimi paylaştım.
Şimdi gelelim çeviribilim bölümünün kurulmasından bu yana vermiş olduğum Çeviri Amaçlı Metin Çözümlemesi dersine.
Biraz gerilere gidelim. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin uçsuz bucaksız koridorlarında dolaşalım. 1952 yılında yapılan ve 3000 öğrenci için tasarlanan bu devasa binada en son 13.000 öğrenci ders görüyordu, herhalde şimdilerde bu sayı daha da artmıştır. Edebiyat Fakültesi’nde derslik bulmak son derece zordur. Bir kent gibiydi Edebiyat Fakültesi. 2007 yılının Mayıs ayından günümüze gelen bir resim var, Edebiyat Fakültesi, Felsefe koridorunun hemen yanındaki meydanlıkta. Öğrencilerle şen şakrak çektirdiğimiz bir resim.
Bahçeden birkaç nergis çiçeği koparıyorum, saplarını ıslatılmış kağıda sarıyor ve alelacele üniversiteye doğru yola çıkıyorum. Yol bir buçuk saati buluyor genelde. Aman dikkat, nergis çiçekleri zarar görmesin, dersimin ana konusu bugün bu nergisler. Toplu taşıma vasıtalarında gözüm gibi kolluyorum nergisleri.
Edebiyat Fakültesinin ana caddeye bakan devasa binasından bahçeye doğru içeriye gireceğim. Yaklaşık onbeş basamağı çıktıktan sonra dışarıda emektar kediler karşılayacaklar beni, hep camın içinde oturan rengarenk kedinin başını okşayıp insan selinden aşınmış basamaklara ben de basarak içerideki taş sahanlığa ulaşıyorum. Hiç durmadan sonsuz gibi yükselen merdivenlere yöneliyorum ve 90 basamağı bir solukta çıkıyorum.
Mütercim Tercümanlık Anabilim Dallarının odaları en üst katta. Nihayet odamıza ulaşıyorum, elimdekileri bir masanın üstüne bırakıp, tebeşirleri ve kitapları alıyorum. Nergisleri bir su şişesine yerleştiriyorum, az da bir su koyuyorum. Şimdi iki kat aşağıya dersliğe ineceğim, 60 basamak. Suyun dökülmemesi lazım. O tarihlerde eften püften daracık bir asansör var, o da devamlı bozuk zaten, ondan en iyisi yürümek.
Dersliğe giriyorum. Tahtaya doğru yürüyorum, elimdekileri oradaki masanın üstüne bırakıyorum. Şöyle bir soluklandıktan sonra. “Söyleyin bakalım, bu nedir ?” diyorum. Öğrenciler birinci döneme devam ediyorlar, “Bu hoca da ne istiyor?” derler gibi, öyle şaşkın bakıyorlar. “Evet bu su şişesindekiler nedir?” “sarı çiçek” diyorlar. Tahtaya yazıyorum, “Sarı çiçek”. “Aklınıza ne geliyor?” diye, devam ediyorum… “Sordum sarı çiçeğe..” ilahisi geliyor. “Demek ki”, diyorum “sözcükler kültürel bağlamlarıyla size ulaşıyor. Ama bu elimdeki çiçeğin adı yok mu?”
Sonra devam ediyorum, bakın bunun adı nergis. Nergisin Almanca adını söylüyorum. “Narziss… kime denir Narsist denir, biliyor musunuz?” Bilmiyorlar… “Efsaneye göre bir zamanlar çok yakışıklı bir delikanlı varmış, bir peri kızı bu delikanlıya aşık olmuş, aşkını karşılık bulamamış peri kızı. Çok üzülmüş ve kızmış. Bunu gören tanrılar Nergis’i cezalandırmışlar ve suda gördüğü kendi aksine aşık etmişler. Nergis hayran hayran suda kendi aksini izlerken, eğilmiş, suya düşmüş ve bir daha çıkamamış, ancak boğulduğu yerde birbirinden güzel nergis çiçekleri bitmiş. Bu efsane boyutu, nergis Batı’da Paskalya Yortusunun sembol çiçeğidir, bütün bahçelerde nergisler açar Nisan ayında.”
Nergislerin altında ve sağında solunda tavşanlar ve yumurtalar resmedilir. Çikolatadan yumurtalar satılır. O gün bahçelere gerçek ve çikolata yumurtalar ve çikolata tavşanlar saklanır. Çocuklar bunları arayıp bulur. Batı kültüründe Paskalyanın önemi nergisle anlam kazanır. Nergis capcanlı sarı rengiyle baharı ve yeniden doğuşu simgeler.” Almanca Mütercim Tercümanlık Bölümü olduğumuz için öğrenciler Alman kültürünü de bilmekle de yükümlüdürler, zaten her iki kültürü bilmeden çeviri yapmak olanaksızdır. Onlara Paskalya şekerlemelerinin nergis süslü kapaklarını ve çikolata yumurtaları gösteriyorum. Sonuçta nergis aslında buram buram kültür tüten bir çiçektir. Ve bütün doğa anlatılanları duyabilene hep bir öykü anlatır. Öyküyü algılayabilen her şeyin gizemini çözüp olguların özüne inebilir.
Devam ediyorum : “Bu mevsimde üniversite rektörlüğünün bahçesinde ağaçlar pembe, mor çiçek açar. Biliyor musunuz bu ağaçları ?” “ Yok”, diyorlar, “hatırlamıyorlar. “Erguvan ağacıdır bu ağaç, pembe mor çiçek açar ve en büyük özelliği gövdesinde çiçek açmasıdır. Erguvanın da öyküsü vardır. Hz. İsa’yı ihbar eden Judas çok üzülüyor ve gidiyor bir ağaca kendini asıyor. Ağaç öyle utanıyor ki, böyle bir ispiyonun onun dalına kendini asmasından, bembeyaz çiçekleri utancından mosmor oluyor. Almanca ve İngilizcede bu ağacın adı Judas ağacıdır. Evet görüyorsunuz her şeyin bir öyküsü var.”
“Sonuçta çevrenize gören gözlerle bakmanız, her şeyi öğrenmeniz, her canlıyı ve cansızı bu doğrultuda saymanız, sevmeniz ve en önemlisi onu merak etmeniz, adlandırmanız, öyküsünü dinlemeyi bilmeniz gerekiyor. Ancak o zaman sahip çıkabilirsiniz. “
“Evet, sevgili öğrenciler eğer çeviri yapmak istiyorsanız, birinci koşul farkında olmanız, etrafınızın farkına varmanız ve her şeyi öyküsüyle birlikte algılamanızdır. Her bir çiçeğin, her bir canlı cansız varlığın bir öyküsü vardır, çeviri yapacağınız metinler de size ilkin kendi öykülerini anlatırlar; bu öykülere kulak vermeniz gerekir ki metni bütünsel kavrayabilin ve çeviriyi layığıyla yapabilin.“
İşte değerli okurlar bu derse ben böyle başlıyordum. Somuttan soyuta yönelerek anlatıyorum derslerimi. Aslı ve Tutku benim asistanlarımdı, derslerime giriyorlar ve bana yardım ediyorlardı. O zaman daha doktora aşamasındalardı. Şimdi ikisi de doktoralı birer öğretim üyesi. Ben onlara el verdim, onlar da nice yeni asistanlara el verecekler. Onlarla ve İzmir’deki bütün asistanlarımla gurur duyuyorum.
Dönelim bugüne, bugün whatsapptan kitabın fotoğrafını ve bana teşekkür kısmını okudum. Kargoya vermişler, ama bekleyememişler, hemen bugün benimle paylaşmışlar. Emeklerimin el verdiğim asistanlarım tarafından yerini bulduğunu görmek beni sonsuz duygulandırdı ve yüreğim sevinçle doldu.
Bu evrende ve belki de o bilmediğimiz öteki evrende aldığım ve alabileceğim en güzel bir armağandı bu armağan. Öğretmenler gününde daha güzel bir armağan düşünemiyorum. Hem de yıllardır gönül verdiğim çeviribilime bu denli yararlı olacak bir armağan. Onlara teşekkür ediyorum ve hepsinin öğretmenler gününü kutluyorum.
O nedenle sizlerle de paylaşmak istedim bu sevincimi.
Bütün öğretmenlerin ve hayatta öyle ya da böyle canlılara yararlı ve paylaşımcı bir şeyler öğreten bütün okurların öğretmenler gününü canı gönülden kutluyorum ve diliyorum ki 57 yıllık ömrüne on bir savaş, yirmi dört madalya, yedi nişan, on üç kitap, bir ülke ve milyonlarca özgür insan sığdıran sonsuz değerli bir asker ve devlet adamı olan Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’e layık nesiller yetiştirmeye devam edebiliriz. Biliyor musunuz, Harbiye Nezareti’ni Mustafa Kemal Atatürk ve kabinesi 1924 yılında İstanbul Üniversitesi’ne armağan etmiştir. Bir dileğim daha var… Dilerim, Türkiye Cumhuriyeti çağdaş ve açık ufuklu ülkelerle işbirliğine girerek globalleşen dünyamızda bu pırıl pırıl gençlerimize aydınlık yarınlar vaat edebilir.
Kaynak: https://www.kastamonugazetesi.com.tr/24-kasim-ogretmenler-gunu-armagani/