• Genel
  • 0

GECE

Şener Şen’in bir filminde Doğu’dan gelen eski sevgilisinin adıdır Gece, ya
da öyle anımsıyorumdur, öyle olmasını istiyorumdur, çünkü seviyorumdur
geceleri, seviyorumdur Şener Şen’in oyunculuğunu, beğeniyorumdur Gece’yi
canlandıran kadının gizemini. Sevdalıları hep kucaklar bu dört harfli tılsımlı
sözcük.
 
Anan sevdalıydı sana, anlatırdı hep bir gece geldiğini dünyaya,
ananın güvenli karanlığından evrenin güvensiz karanlığına
sıyrılıvermişsin. Annen senden öncesi yedi çocuğunu da kendi
doğurmuş, bebelerin göbeklerini kendi kesmiş köydeki harem
selamlıklı konakta. Kimi yaşayan, kimi ölen çocuklarını... O nice
buzağıları da gecenin karanlığında titreyen gaz lambası ışığında
çekmişti güçlü kollarıyla analarının rahminden. Sayısız kuluçkaya
yatırdığı ibi civcivini büyütmüştü eleklerde eliyle besleyerek
gece gündüz demeden, boyunlarına ölmesinler diye yağ sürerek.
Savaş yılları, köye eşkıyalar iniyor, konağı, nalın giyip konağın
merdivenlerinden inip çıkan, kendilerini erkek sandıran üç beş
kadın, bir tüfekle korurken ve Kurtuluş Savaşı’nda askerleri
ağırlarken annen doğumlar arasında uçsuz bucaksız elma
bahçelerinde sen doğmuşsun, basmışsın yaygarayı, sevmemişsin
gaz lambasının titrek ışığını. Annen kurulamış seni, kendini, sonra
bakmış bir acayiplik var, bacaklarının arasındaki ıslaklık dinmiyor,
o zaman anlamış bir kardeş daha getirdiğini ardından.
Bebeler de her nedense doğar geceleri, onlar sever gece
doğmayı, sever de Roma İmparatoru Sezar’dan bu yana doğum saatleri
de değişti bebelerin.
 
Kadın kapkaranlık bir geceye bakıyor mehtapsız gökyüzünün
altında. Gece geceliğinin farkında, sır veriyor, ser vermiyor.
Uzakta bir kurt uluyor, biliyor, kurtlar inmez köye yaz vakti,
gece de olsa. Yiyecek bir şeyler bulurlar yazları. Yaman geçen
kışlarda ise aç kalırlar, bir deri bir kemik yaklaşırlar tavuk
kümeslerine, ağıllara. Köpekler yanıtlıyor kurdu. Köpekler köyde
olur gece de gündüz de, ama onlar onu tanır. Bir çıtırtı duyuyor.
Bir karartı çıkıyor karanlık çalıların ardından belli belirsiz.
Kadına yürüyor. Kadın nefesini tutuyor, karanlık geliyor geliyor
ve kadını kucaklıyor. Elinde küçümen çıkısına sıkı sıkı sarılıyor
kadın. Gece onları anlık karanlıklarından uzaklaştırıyor sayısız
yeni karanlıklara.
 
Bir gece ki ateş böcekleri sık yapraklı dut ağaçlarının arasında
ateş saçıyorlar. Ateş böcekleri eşlerini arıyor tüm Haziran ayı
dur durak bilmeden. Genç kız bahçede dolaşıyor, üzerinde
incecik bir gecelik, üstünde fırfırlı yakalı sabahlığı. Ağaçların
arasından Boğaziçi’nin suları pırıldıyor uzakta belli belirsiz.
 
Denize doğru yürüyor ürpererek. Biliyor gelecek sevgilisi
bahçeye. Sabahlığın belini sarmalayan kuşağını sıkıyor. Mehtap
bahçede her şeyi görünür kılıyor, her şey siyah beyaz özenle
çizilmiş duygu yüklü bir masal. Bir an suya düşüyor mehtap, ince
upuzun bir yol oluveriyor gökyüzündeki yuvarlak, sürekli
parıldayan. Delikanlı duvarın üstünden atlıyor geliyor kızın yanına.
Kız nefesini tutuyor, delikanlı kızı kollarının arasına alıyor,
boynunu öpüyor ilkin, sonra da dudaklarını. İlk kez öpüşüyor genç
kız. Dizlerinin bağı çözülüyor, kendini bırakıyor delikanlının
kollarına. Ateş böcekleri durmaksızın ateşleniyorlar.
 
Gece vakti getirdiler bizi Yassıada’ya. Hepimizi doldurdular Hava
Harp Okulu’nda bir motora. İtelediler. Gayrimüslim bir doktor
arkadaşı, kısacıktı, toparlacıktı, yuvarladılar motorun içine, sonra öldü
o arkadaşımız. Gece geldik Yassıada’ya. Denizin lacivertimsi
karanlığında gidiyorduk. Yassıada alabildiğine aydınlıktı. Bizleri
koğuşlara attılar, bana yüz kişilik bir koğuşta bir ranzanın üst katı
düştü. Dışarısı zifiri geceydi, üstümde yanıyordu beş yüz mumluk
bir lamba. Zifiri gecenin zifiri aydınlığıydı lamba, gözlerimi kör eden.”
 
Boğazda geceler bir başka güzeldir demek de çok tekdüze bir
söylem diyorsun, oysa gerçekten Boğaz’da geceler bir başka
güzeldir. Ama geceler her yerde güzeldir diye bir yanıt alırsan,
inanma, Boğaz’da geceler yine de bir başka güzeldir. Hele hele
hafta sonları doyum olmaz Boğaz’ın gecelerine, bütün gece
kulüplerinden sonsuz bir gürültü yansır karşı sahillere, kulakları
sağır eden, midende duyarsın bumbumları. Sonra birden otellerde
yapılan düğünlerde, meydanlarda yapılan kutlamalarda bombalar
patlamaya başlar, Gümmmm, gümmm de gümm gümm, gökyüzü
aydınlanır zifti, yüzlerce ışık parçası Boğaz’ın çileli sularına doğru
düşer gökyüzünden, ardında pis bir duman bırakarak. Işıklar karışır
Boğaz’a akan lağım sularına, kendi lağımlarını gökyüzüne, doğaya
ve duyanların kulaklarına bırakarak.
 
Havai Fişeğini Çinliler icat etmiş diyorlar, herhalde Boğaz’da
geceleri güzelleştirelim diye icat etti Çinliler bu Havai Fişeklerini. Nasıl da
akıl ettiler binlerce kilometre uzaktan Boğaz’ı bir savaş meydanına
çevirmeyi binlerce yıl önce!
 
“Geceleri sevişmek de işkence yapmak da daha
Kolaydır”  diyordu adam. Adamın yanından uzaklaştım
usulca, ona mesleğini soramadan.
 
Bodrum gecelerini bilir misiniz, bundan yüz yıl önceki Bodrum
gecelerini, o yel değirmenlerinin altında oturup da, ardında yel
değirmeninin kocaman çarkları dönerken hışırtıyla yelden, sen
önünde uçsuz bucaksız bir denizi seyrederken hiç elektriksiz,
mehtabın ve binlerce yıldızın altında, işte o geceyi.
Köyde hiç yürüdün mü bir minik çayın içindeki sığlıktan
kilometrelerce bir gece vakti, elinde belli belirsiz aydınlatan bir
fenerle. O çay oluverdi mi sana pırıl pırıl içinde balıklar balkıran
bir yol. Çayın beyaz çakıl taşları gösterdi mi nereye basacağını o
ılık yaz gecesinde suda ürperen ayaklarına. Sen yine de direndin
mi ürpermelere güzelliklere teslim olurken.
Ve ansızın yanı başında patlayan bir dinamitle balıklar nefessiz
kalıverdiler mi sonsuz?
 
Öykülerin içinden geçip gelen geceleri sizlere teslim ediyorum, sayısız renklere,
ezgilere, güzelliğe ve sonsuz vahşetlere gebe olan balkıran geceleri…

Sakine ESEN ERUZ

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir