Yeminli Çevirmen/Adli Çevirmen: Çevirmenin Adı Yok – Kendi de Yok mu Acaba?
Yazar: Sakine Eruz
Yayım Tarihi: 18 Mart 2022
Yıl 1999, bir avuç akademisyen, çeviri işletmecisi, çevirmen bir araya geldik ve Osman Kaya’nın, Turgay Kurultay’ın, Işın Bengi Öner’in, Turgut Ağar’ın ve Hasan Anamur’un da öncülüğünde farklı mekanlarda buluşmaya başladık. Hepimiz çok idealistiz; amacımız çevirmenliğin Türkiye’de de hak ettiği statüye kavuşması. Benim de içinde bulunduğum bir ekipte büyük emek vererek Çeviri Derneği Tüzüğü hazırlandı ve bu bir avuç insanla Çeviri Derneği kuruldu.
Şimdi sizlerle başka bir ülkeye, biraz daha eski bir tarihe doğru bir yolculuk yapalım. Yıl 1979 bendeniz yeni mezun olmuşum Alman Dili ve Edebiyatı’ndan, Almanya’ya yerleşmişiz ve ben icra edecek bir meslek ararken kendimi Bonn Ticaret ve Sanayi Odası’nın salt yazılı kısmı dört saat süren çevirmenlik sınavlarında bulacağım. Halk Eğitim Merkezi’nde Almanca ve Türkçe dersleri verirken dediler ki, “Neden çevirmenlik mesleğini yapmıyorsun?” Buradan düştü aklıma bu meslek. “Neden olmasın”, dedim, ama dediler ki, “Sınavları çok zordur, bilesin!” “Kim yapıyor sınavları”, diye sordum. Bavyera Eyaleti’nde Eğitim Bakanlığı, diğer eyaletlerde Sanayi ve Ticaret Odası diye bilgilendirildim. Bonn bize en yakın eyaletteki kent. Aynı zamanda o tarihlerde Almanya’nın başkenti. Almanya daha Doğu Almanya ile birleşmemiş. İlkin başvuru koşullarını yerine getirmeniz gerekiyor. Almanca odaklı bir bölümden mezun olmanız ve bir süre çeviri işlerinde çalıştığınızı belgelemeniz de bu ön koşullar arasında yer alıyordu. Burada sorun çıkmadı, fazlasıyla yerine getiriyordum ama sınavdan korkuyordum. Belli bir ücret yatırdık, yanlış hatırlamıyorsam 356 Mark olmalı. Bu yazılı kısmı için, bir de sözlü kısmı var, ama önkoşul olarak önce yazılı kısmını başarmak gerekiyor.
Sabahın erken saatlerinde Frankfurt’tan trene bindim, birkaç saat sonra büyük bir heyecanla Bonn Sanayi ve Ticaret Odası’nda sınavın yapıldığı mekanda yerimi almıştım. Büyükçe bir sınıf, herkes tek kişilik sıralara oturtulmuş. Sınav gruplanmış belli sorulardan ve becerilerin sınanmasından oluşuyor. Türk vatandaşı olduğum için sınavın olmazsa olmaz bir parçası olan kompozisyonu Almanca yazmam gerekiyor, Alman vatandaşı olsaydım Türkçe yazacaktım.
Neler mi sınanıyordu sınavda: duyma-anlama-yazıya dökme (imlanın sınanması) / duyma-anlama-çeviri / okuma-anlama-çeviri /metinden öteki dile çeviri (iki taraflı) / yazılı anlatım (kompozisyon)
- Sınav “Dikte” (duyulanı doğru yazma) ile başladı. Bu uygulama Almanya’da okul eğitiminde de çok önemlidir. Birisi bir metni okur ve siz okunan metni hatasız yazıya aktarmak zorundasınızdır. Almancanın imlası daha zordur, Türkçe gibi okunduğu gibi yazılmaz, örneğin ç diyeceksiniz tsch yazılır, sessiz harflerin ardından gelen h okunmaz ama yazılır; bu gibi bin bir imla kuralı vardır, ondan dolayı Almanlar imla konusuna çok önem verirler. Sınavda dikte uygulamasında imla hatası olmayacaktı.
- İkinci grupta Almanca bir gazete metni okundu, not alıp metnin yazılı olarak Türkçeye aktarılması bekleniyordu. (Guadeloupe’de yapılan bir zirve toplantısından bir metin okudular, “Aman Tanrım”, dedim, hiç duymamıştım Guadeloupe’nin adını o güne kadar, nasıl yazılıyor acaba, bir şekilde başarmıştım yine de)
- Daha sonra bu kez aynı çalışma Türkçe bir metin için yapıldı. Türkçe bir gazete metni okundu, not aldık ve metni yazılı olarak Almancaya aktardık. Hiç unutmuyorum Başbakan Ecevit’ten bir metin verdiler, burada “darboğaz” sözcüğü geçiyordu, Almancası çok zor aklıma gelmişti, oysa ne kadar kolaydı “Engpass”.
- Sonra kompozisyon için üç başlık verdiler, başlıklar ekonomi, turizmin ekonomiye katkısı ve siyasete gönderme yapıyordu. Ben yanlış hatırlamıyorsam turizmin genelde bir ülkenin, özelde Türkiye’nin ekonomisine katkısını anlatan bir konuda yazdım kompozisyonu. Kompozisyon en az üç A 4 sayfası olacaktı.
- Daha sonra spesifik konu odaklı yazılı bir genel kültür metni verdiler, bu metni de yazılı olarak Almancadan Türkçeye çevirdik.
- Ve en son da siyaset odaklı yazılı bir metni yazılı olarak Türkçeye aktardık.
Sınav yaklaşık dört saat sürdü ve yukarıda belirtilen becerilerimiz ve bilgimiz sınandı. Sınavda imla ve dilbilgisi hatası olmayacaktı. Tabii salt Türkçe dilinden sınava girilmiyordu, çok sayıda dilden çevirmen adayı vardı. Sanayi ve Ticaret odaları bu sınavları her ilde yapıyorlar, ancak Türkçe o tarihlerde sadece Bonn’da yapılıyordu.
Aradan bir ay kadar bir süre geçtikten sonra yazılı sınavdan geçtiğimi ve sözlü sınava kabul edildiğimi bildiren bir yazı geldi Sanayi ve Ticaret Odası’ndan. Bu sınav da belli bir ücrete tabiydi, miktarı yatırdım ve yine Bonn’un yolunu tuttum. Şimdilik mütercim olmuştum ama tercüman da olabilmek için bu sınavı da başarmam gerekiyordu.
Sözlü sınav daha kısa sürdü, yaklaşık bir buçuk saat. Almanya’nın federatif yapısının hangi tarihsel oluşuma dayandığın soruldu ve federatif sistemin işleyişini anlatmam istendi. Bunları Almanca aktardım. Sınavdaki jüri üyelerinden biri de Üniversite’nin Türkçe bölümündendi. Bunun devamında sözlü çeviri sürecine geçildi. Söyleneni doğrudan akışına göre çevirmek, söyleneni derleyerek çevirmek, Almanca bir metni okurken Türkçeye çevirmek ve Türkçe bir metni okurken Almancaya çevirmek ve her iki dil yönüne de bir görüşme çevirisi gibi görevler verildi bana. Yazılıyı çok iyi bir not ortalamasıyla vermiştim, merak ettiler nereden geldiğimi ve hangi bölümde okuduğumu sordular sınavın sonunda. Sınav bir tür sohbetle bitti.
Sınavın akabinde dışarıda beklememi söylediler. Bir süre sonra gelip beni tebrik ettiler. Her iki sınavı da vermiştim, artık “yeminli” yazılı ve sözlü çevirmendim. Eyaletler düzeyinde çevirmen unvanının verildiği Diplomamı da o gün tanzim ettiler. Dolayısıyla sertifikalı belge çevirmeni olmak için sınav aşamasını arkamda bırakmıştım.
Sanmayın ki, böylece çevirmen olarak görev yapabilirdim Almanya’da. Ben “eyaletler düzeyinde yetkin adli yeminli çevirmen” olmak istiyordum. Frankfurt Eyalet Mahkemesi Başkanlığı’na diplomamla başvurdum ve bana bir gün verdiler. Ancak herkesi yemin altına almıyorlardı; bu sınavı başarmak ve eyalette bu dilde çevirmene gereksinim bulunması da ön koşullardan biriydi. Eyalet Mahkemesi Başkanı tarafından yemin altına alındım, bana kanuni haklarımı ve yükümlülüklerimi açıklayan bir “kimlik” verdiler. Artık mahkemenin çevirmenler listesine kaydım yapılmıştı ve bu yeminle ve elimdeki kimlikle bana bütün kapılar açılmıştı. Mesleğim bir avukatın, bir hakimin ya da herhangi bir meslekte uzman olan bir kişinin mesleği kadar saygın bir meslekti. Bu unvanımı belirten bir de mühür yaptırdım.
Bunun akabinde bir büro açtım ve Hessen Eyaleti’nin bütün mahkemelerinde, poliste, noterde ve bana ihtiyaç olan her yerde “eyaletler düzeyinde yetkin, yeminli serbest çevirmen” olarak çalışmaya başladım. Bana ihtiyaç olduğunda mahkemeden ya da polisten ya da başka bir yerden genelde yazılı olarak bana başvuruyorlar ya da telefonla müsait olup olmadığımı soruyorlardı.
Yaptığım bütün çevirilere mühür bastığım anda, o çeviri Almanya sınırları içinde geçerliydi. Türkiye’de olduğu gibi, noter ya da başka birinin benim çevirimi tasdik etmesine gerek yoktu. Yaptığım bir çevirinin Türkiye’de geçerli olması için ise Türkiye Cumhuriyeti Başkonsolosluğu’nun benim Almanya’da yeminli çevirmen olduğumu teyit etmesi (apostil vermesi) yeterli oluyordu. Mahkeme her duruşmadan sonra ücretimi anında ödüyordu. Yazılı çevirilerde de fatura yazıyordum, en geç iki hafta içinde miktar hesabıma yatıyordu. Yaklaşık on yıl yeminli çevirmen olarak çalıştım Almanya’da ve hiçbir zaman “ya emeğimin karşılığını alamazsam” gibi bir kaygım olmadı. Çeviri ücretleri emeğimin tam karşılığıydı ve mahkeme tarafından düzenleniyordu. Ancak gündelik metinden daha ağır bir metni çevirdiğiniz zaman ücret % 10 ile % 15 oranında yükseltiliyordu. Örneğin sanık anlaşılması zor bir yerel ağızla mı konuşuyordu, bu oran ödenecek miktara ekleniyordu. Bu durum da çevirmenin takdirine ve beyanına bırakılıyordu. Karmaşık, özel araştırma isteyen uzmanlık metinlerinde de aldığım satır ücreti katlanabiliyordu.[1]
Bu unvanı taşıyan çevirmenin büyük sorumlulukları da vardı kuşkusuz. Örneğin bu çevirmen salt iki dili ve kültürü bilmekle kalmayıp çevirinin klasik formatını[2] da bilmekle yükümlüdür. Erek kitle yapılan çevirileri sorunsuzca işlevselliği içinde anlamlandırabilmelidir. Örneğin yaptığınız çeviri ilam mı, diploma mı, referans mı ya da başka bir metin türü mü? Çeviri metin çok düzenli olmak zorundadır. Çeviride amaç erek kitlenin eline alır almaz çeviriyi anlamasıdır.
Bütün bunları uzun uzun niye anlatıyorum değerli okurlar… Umarım sizi sıkmamışımdır, ama Türkiye’de olmayan çevirmenlik mevzuatına bağlamak için biraz gerilere gitmek ve Almanya gibi bir ülkede çevirmenin nasıl özerk çalışma yetkisi olduğunu göstermek istedim. Bu sınavlardan geçen ve bu belgeyi almaya hak kazanan çevirmen bu mesleğin uzmanıdır ve bu doğrultuda her yerde hak ettiği saygıyı görür. Bu bağlamda yeminli çevirmene ihtiyaç olduğunda farklı konularda sözlü çeviri işlerini üstlenebilmektedir. Ayrıca özerk yeminli eyalet çevirmeni bilirkişilik[3] yasasına tabidir ve kendisine ödenecek ücretler de bu yasa gereği düzenlenmiştir.
Gelelim canım ülkeme… Eyüpoğlu’nun deyişiyle “Dev memelerinde cüce insanlar emziren acayip memleketimde” çevirmenin hakları yoktur, yükümlülükleri vardır. Bir çevirmenlik mevzuatı da yoktur. Son yıllarda o da Avrupa Birliği mevzuatları gereği yürütülen, ancak bir türlü uygulamaya geçemeyen meslekte yeterlilik çalışmaları dışında bu alanda yapılan pek fazla eylem yoktur ne yazık ki.
Devletin çevirmenlere yönelik bir politikası olmadığı sürece de bu böyle devam edecek gibi gözüküyor. Düşünsenize on bini aşkın öğrenci Mütercim Tercümanlık Bölümlerinde okuyor, her yıl yüzlerce mezun veriliyor, ama yasal bir dayanakları yok. Eyüpoğlu’nun dediklerini anmamak olanaklı mı?
Dönelim 1999 yılına. Ne büyük ümitlerle kurmuştuk Çeviri Derneği’ni, o tarihlerde sanmıştım ki, iyi niyet ve bilgi olunca bir şekilde Büyük Millet Meclisi’ne de ulaşılabilir ve bazı çarkların çevirmenlerin lehine dönmesini sağlayabiliriz. Bunun ütopik bir dilek olduğunu zaman bana öğretecekti.
Durum çoğu Avrupa ülkesinde Almanya’daki gibidir. Bizde ise belge çevirmeni ancak noterin ya da mahkemenin gölgesinde silik bir varlık sürdürebilir. Noterin arkasında ise devasa yapısıyla devlet vardır. Ve biz bütün bunları o “devasa devlete” anlatamadığımız sürece çevirmenliğin Türkiye’de adı büyük bir ihtimalle var olmamayı sürdürecektir.
Kıssadan hisseye gelince… sakın ümitsizliğe kapılmayın, yeter ki dayanışma içinde doğru yolda ilerlemeye devam edin… günün birinde elbet değişecek… Değerli yazar Aziz Nesin’in deyişiyle “bu böyle gelmiş ama böyle gitmeyecek” hiç merak etmeyin… Devlete maruzatımızı anlatabilmek olmalı amacımız. Batı’da da çevirmenlerin seslerini duyurmaları kolay olmamıştır. Almanya’da 1955 yılında kurulan ve bugün 7500 çevirmen üyesi bulunan BDÜ (Bundesverband der Dolmetscher und Übersetzer) Çevirmenler Derneği bugün artık her yerde sesini duyurabilmektir. Biz daha yolun başındayız, tam da o nedenle değerli çevirmen arkadaşlarımızın tümünü Çeviri Derneği’ne bekliyoruz; el ele verip çevirmenlere hak ettikleri statüye kavuşturmak için.
DİPNOTLAR:
[1] Bir satır yaklaşık 50 karakterdi, ancak paragraf sonunda son bulan satırlar da 30 karakter de olsa tam satır sayılıyordu. Matbu çoğaltılacak uzmanlık metinlerinde çevirmenin normal satır ücretinin dört mislini talep etme hakkı bulunuyordu. Ayrıca çevirmen, çeviri ücretine ek olarak her satır (50-55 karakter) için o zamanın para birimiyle 1 DM (Alman markı) ücret alıyordu. Örneğin iki nüsha mı istedi işi veren, o zaman da ona göre bir hesaplama yapılıyordu. Kırtasiye masrafını da işi verenden alabiliyordu. Bütün bunlar mevzuatlarla düzenlenmişti. Satır ücretleri o tarihlerde 1,30 DM’tan başlıyordu, bugün ise yaklaşık 1 ile 2,– avro civarında. Bir sayfa çeviri fiyatı da 30 avro ile 120 avro arasında değişiyor. (https://uebersetzer.jetzt/info/uebersetzungspreise/uebersetzungspreise/ Erişim tarihi: 18.03.2022)
[2] Çevirinin bir başlığı oluyordu. Örneğin “Almancadan Çeviri” ya da “Türkçeden Çeviri” gibi. Çeviri metinde kaynak metindeki bütün katmanlar çok şeffaf bir şekilde erek metne aktarılmalıydı ki hedef kitle çeviriyi eline alır almaz ne çevirisi olduğunu anlasın. Çevirinin sonuna bir çizgi çekiliyor ve altına “İşbu çeviri Almanca/Türkçe kaynak metne anlamca uygundur” ibaresi yazılıyordu. Bu şekilde çevirmen “çevirinin aslına uygun olarak” yaptığını tasdik etmiş oluyordu. Bu tasdikin altında da çevirmenin mührü ve imzası bulunuyordu.
[3] Almanya’da Bilirkişilik Yasası bizdeki gibi yama yasalardan oluşan bir yasa değildir, tarihi bir geçmişi vardır ve işlevsel bir yasadır. Jessnitzer 1966: 12 vd. (Kurt Jessnitzer. Der gerichtliche Sachverständige – Ein Handbuch für die Praxis)
YAZAR HAKKINDA:
Sâkine Eruz İ.Ü. Almanca Müt. Terc. Anabilim Dalı Başkanlığından ve Yaşar Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümünden emekli öğretim üyesi, Çeviri Derneği başkanı, çevirmen, araştırmacı yazar.
KAYNAK: http://ceviridernegi.org/blog-cevirmenin-adi-yok-kendi-de-yok-mu-acaba/